18 Nisan 2007 Çarşamba

İkinci El Oyuncakçı Dükkanı

Onu vitrinde gördüğüm gün benim için diğer oyuncaklardan pek farkı yoktu esasında.
2.el diğer oyuncaklar gibiydi işte.. Elbet kendine has özellikleri de vardır ama bana ne demiştim. Zaten evde bir sürü oyuncak yok muydu? Çeşit çeşit.. Hepsi ayrı bir köşede kurumuş solmuş durmuyorlar mıydı?
Bende hiçbir heyecan uyandırmayan soluk benizli eski oyuncaklarımdan tek farkı benim olmamasıydı .
şimdilik..

Nasıl, kim, ne zaman, ne amaçla aldı hatırlamıyorum ama birkaç gün sonra kendimi onunla oynarken buluverdim.. Halının üstüne sere serpe yayılıp tüm keyfimle hiç oynanmamış oyunları oynuyordum onunla. Her geçen gün daha da eğleniyordum, alışıyordum.. Her geçen gün daha da muhteşem geliyordu gözüme. İyi ki benim diyordum..

Geceleri yatağıma girerken köşelere fırlatılmış, fırlamış oyuncaklara gözüm ilişiyordu.. Dizlerimden itibaren bir titreme geliyordu yüreğime.. Daha da sıkı sarılıp
oyuncağıma dalıyordum huzurlu uykularıma..
Her sabah koynumdaki varlığıyla mutlu kalkıyordum o yataktan..

O gün de
halıya sere serpe yayıldığım oyuncağımla oynaştığım güzel günlerden biriydi..
Biraz kurcalamak istedim sağını solunu.. Cebinden çıkan kağıt parçası merakla karışık bir heyecan yarattı içimde..
Oyuncağımıı usulca bir köşeye koyup bir başka köşeye sindim.. Gizli bir iş yapıyormuşçasına satır satır okudum..
okudum okudum okudum..
Tüylerim ürperdi..
Mideme sancılar girdi..
Gözlerim ağlamakla ağlayamamak arasında kalakaldı..

Eski sahibiydi.. Bu mektubu yazan eski sahibiydi!
Kıstığım gözlerimle çaktırmadan bir bakış attım köşeye yerleştirdiğim oyuncağıma..
Habersizdi olan bitenden..
En son sıcacık ellerimle yerine yerleştirmiştim onu, hala o sıcaklıkla duruyordu o köşede biliyordum..
Mektuba döndüm tekrar..
Eski sahibi, ne çok üzülmüş ayrılırken oyuncağından..
Ne çok üzülmüş ayırılırken oyuncağından..
Nedenini yazmamıştı, sadece içinde bulunduğu duygu karmaşasını, yıkılmışlığı, yoksunluğu, geçmiş güzel günleri yazmıştı kederle..

Hiç yabancı değildi bu duygular!
Zaten bu tanıdık korku ürpertmişti..
Bu tanıdık duygu karmaşası, yıkılmışlık, yoksunluk, geçmiş güzel günler..
Benzer öyküler benim kıyıdaki köşedeki renksiz oyuncaklarımın da ceplerinde yok muydu?
Her uzaklaştığım oyuncağın beni sürüklediği grilik anlatılıyordu mektupta..
Kelimeler aynı sadece kişiler farklıydı..

Birden acı bir tokat çarptı yüzüme.
Ne sanmıştın ya sen?
Ne sanmıştın ya??
Bu sefer oyuncak hep senin mi olacak sanmıştın?
Haydi sıkma gözlerini, öyle sanmıştın itiraf et kendine!
Söylesene ne zaman öğreneceksin bunca sahiplenmenin her seferinde seni aynı griye götüreceğini?!


Ya grilikten
ya sahiplenmekten
ya oyuncaklardan vazgeçecektim..
ya da korkularımı bile bile göre göre
sere serpe yayılacaktım..


Yerimden sakince kalktım... Eski katlanmış yerlerini bozmadan, mektubu katladım, oyuncağımın cebine yerleştirdim..
Bıraktığım yerde aynı sıcaklıkta beni bekleyen oyuncağıma uzandım.
Kokladım.
Ben kokuyordu.

Evet,
bugün ben kokuyordu.
Dün de ben kokuyordu..
Ve bu yeterdi.
Ya da doğru olan yetmesiydi..

17 Nisan 2007 Salı

can yücel ağırdır.

özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
''git artık'' demek
''beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....

başka söze ne hacet.

13 Nisan 2007 Cuma

t.


"All i'll ever need is toilet paper"

işte hayatın özeti.

3 Nisan 2007 Salı

inanmıştım yine.
her zaman olduğu gibi.
inanmıştım.

İmladan Geçmiş Ahkamlar

Hayat tüm renkleri ihtiva ediyor bünyesinde.En büyük bildiğin mutluluklar kimlere ne kapılar kapatıyor?Diğer yaşam çalışanlarını da 
düşünmeden iniş çıkışların var,yoruyorsun kendini.
Akışına bırakmayı kontrolsüzlük olarak görüyor sonra çığlıklarını haykıracak kuyu arıyorsun .Tüm bu bahsetmediğim renkleri yakalamak seni insan yapar ve orda ayağın takılır,insan olmayı terketmeden insan gibi yaşayamazsın.Ruh hal grafiğindeki zig-zaglar kalp atışılarını değil hayatta ne kadar genç ve geç kaldığını gösterir.Griyi dene bir kere,kesinlikle daha az ağlıcak,daha az gülüceksin söz veriyorum.Hem gri ince gösterir,siyah ve beyazı güzel harmanlar.Siyah kadar sağlam durur,beyaz kadar zarif.Siyah gibi paspal da göstermez,beyaz gibi içindeki boxer ı yada
g-string i de.

1 Nisan 2007 Pazar

gayet ciddiyim.

insanoğlu nasıl çiftini bulacağını, yani işteş eki eklersek, nasıl çiftleşeceğini şaşırmış.
biraz alakasız olacak ama, teknoloji ilerledikçe, insan kendini hızlı akışa bıraktığı zaman, hem mutsuz oluyor, hem de genelde yaşlıların sık sık söylediği "nerde o eski" ile başlayan cümleleri düşünüyor. çünkü insanlar eskisi gibi mutlu değil, peki neden?

çünkü insan doğadan uzaklaşıyor; içinde doğduğu, öldüğü, geliştiği, sıçtığı, işediği, seks yaptığı doğadan ayrılıp, yapıtaşları farklı maddelerden, alaşımlardan oluşan yapıların içine giriyor.
teknolojiyi takip ediyor, her şeyin ufak olmasını izliyor. özlemeyi, bilemiyor; çünkü her şey artık çok iç içe girdi, apartmanlar gibi.
bu hızlılığa alışan insanoğlu, imkanları olmayanları da zorluyor, hayat şartlarını değiştiriyor; direnenleri yok etmeye çalışıyor.

insanlar, insanları öldürüyor. hem fiziksel anlamda, hem akıl anlamında.

bunun sonu nedir diye soruyorlar, bunun sonunu herkes televizyonda izliyor; siz henüz duymadınız mı? insanlık kendini öldürdüğü gibi, dünyayı da öldürüyor. öyle ki dünya sular altında kalırken hala insanlar olabilir. bunun geri dönüşü yok; sebep belli, sonuç belli.

en azından şu kısacık ömrünüzü dünyayı da yokedenler gibi ego havuzu olarak, açgözlülükle, yalanla, dolandırıcılık ile, hırsızlık ile, aldatma ile bok etmeyin.

kendi huzurunuzu ve ruhunuzu yakalayın, onu bırakmayın.